27 Haziran 2010 Pazar

Bir Arkadaşı Yitirmek



Epey şaşkındım. Kendi semtimde olmasına rağmen bu okul bambaşkaydı, tabii sınıfımda öyle. Bir hafta yeni gelin misali çekingen tavırlarımla, ön sıralarda kız takımıyla oturarak başlamıştım lise macerama. Meşhur oturma düzenlerinin belirlenmesiyle çizilecekmiş meğer kaderimiz. Sınıfa alıştıkça göze batan biri olmaya başlamış, sevgili Nuray Hoca tarafından arka sıraya yerleştirilmiş bulunmaktaydım artık. Aklı sıra bu bana verilmiş en işkenceli cezaydı. Halbuki bu, bana verilebilecek en güzel ödül olacaktı. Az zaman geçti ve takım kuruldu. Kadro şöyleydi; Emre, Aziz, Feridun ve bendeniz. İlk başta "o"nunla yan yana oturuyorduk. Pek konuşmuyordu, hatta benim aşırı çenemden muzdarip olduğunu hep söylemiştir. Önümüzde de Aziz ve Emre. Sonra beni Aziz'in yanına şutlamışlardı, hala unutmadım! Günler geçtikçe saçma şakalar, sınıfta söylenen şarkılar, habersiz çekilen videolar, boş ders muhabbetleri, kopya dayanışmaları, kantin kuyrukları derken arkadaşlığımız okul duvarlarından sokaklara sızdı. Bu sefer; sahilde bira içmeceler, sevdiklerimizi birbirimize anlatıp dert yanmacalar, aptal aşık modunda her hafta birine aşık olduğunu zannetmeler. Evet, bunları yaşamadım demeyin şimdi bana! Ben fazla yaşamış olabilirim o sene tamam! Bu güzel günlerin ardından ideallerim doğrultusunda okuldan ayrılmam gerekliydi. Bır yıl içinde geri döneceğimi kim bilebilirdi ki?
Konservatuar günlerimde bile görüşmeyi ihmal etmedik.
Bir gün Avcılar'dayız ve kararlıyız, o sekiz birayla sinemaya girecek hem içecek hem film izleyecektik. Ve bu bizim içmemiş kafamızdı. Fakat olmadı, kendimizi görüp görebileceğimiz en berduş halimizle, sahilde çamların altında, çimlerin üstünde, çiçekçi teyzelerin içinde bulduk. Muhabbetin en güzel yerinde bir amca yaklaştı ve poloroid fotoğrafımızı çekti. Fotoğrafı "o" saklıyor ve hala göremediğim için meraklardayım. Zavallı Emre'nin telefonu çalındığı, son paramızı Burger King'te Steak House'a yatırdığımız gün böyleydi işte.
Bir yıl sonra okula geri döndüm, tabii bir yıl da kaybederek. "o" artık 11. sınıftı, bense 10'daydım. Derslerde görüşemesek de tenefüsler bizim için buluşma zamanıydı. Ek binanın arkası daha keşfedilmemişti. Sigara için istikamet tuvaletlerdi. En çok tutan bahane ise kırtasiyede fotokopi kolpalarıydı. Bu sene bol entrikalı, bol dertli geçecekti. Hepimiz ayrı ayrı aşk acıları yaşayacaktık. Hep sonradan öğrenecektik gerçekleri. Yine yanlış aşklara tutunmanın bedelini kalp yaralarımızla ödeyecektik. Aziz ve Emre gitmişti. Ekipten bir biz vardık artık. Bilinmeyen meseleler çözüldükten sonra farklı bir ekip olacaktık. Ali Kağan ve Merve'nin katlıları büyük. 10. sınıf hep bir başımıza geçti. Minibüs durağından gelen heyecan verici tecrübelere hep beraber atlamıştık, hatırlasanıza! Bizim evde buluşuruk. Tek yapabildiğim yemek; patates kızartmasıyla ağarlardım sizi. Deli gibi, içki görmemişçesine içerdik. Şimdi nasıl bu hale geldik? En acı, en anlatılmaz itirafları birbirimize sır olarak emanet etmişken nasıl böyle kopabiliriz, bu kadar kolay olmamalı.
Bak neyi hatırladım. 19 Mayıs günü beraber sahnedeydik. Bütün okul düzenine ve hatta o berbat ses sistemine inatla beraberdik. Ben de sana inat Duman'dan şarkılar söylemekteydim, gibi bir şey yazabilirim sanırım. O günü de unutamam bak, ne sıkıntılı geçmişti. Şarkının ortasında nakarat girişindeki koşmaların müzikal sıkıntının eşiğinde olduğunun göstergesiydi. Yine de müzik zevkinden taviz verip sırf ben istedim diye arkamda Duman şarkıları çaldığın için teşekkürü borç bilirim sana.
Son sene... Arkadaş falan değildik artık. Bu başka bir şeydi. Dostan öte, kardeşçe. Ya da dünyanın en kör insanıydım ben. Bölüm değiştirmiş 11 olmuş "o" da 12 ve gidiciydi. Bütün yıl " 'o' da giderse kim kalacak lan benim yanımda" diyerek dert yanmıştım herkese. Kızdıranlarda oluyordu, "seneye kimse olmayacak ne yapacaksın" diye. Okulda değişen çok şey vardı, tabii bizim içimizde de değişen neler neler varmış meğer. Artık bir nebze eskiye dönmüştük. Ek binanın arkasını keşfetmiştik, sigara bölgemiz burasıydı. Hepimiz oraya gittiğimiz için arkadaşlık ilişkilerimizi toparlayan unsur biraz da sigara olmuştu. Artık Merve ve "o"nun arası epey iyiydi. Ve biz yine bizdik. Üzerine düşmese de öss telaşı sarmıştı "o"nu. Oysa girecek ve bitecekti. Şimdi nasıl geçti bilmiyorum ama girdi ve bitti sınav meselesi.
2010 bizim yılımızdı. Yılbaşı akşamı hep beraberdik. Arda'larda epey içip eğlenmiştik. O akşam ciddiye almadığım bir çok şey ilerki zamanlarda beni şok batağına gömecekti. Bu yıldan iyi bir yıl geçirmemiştik herhalde. Sırf benim hatrıma Ali'yle beraber sevmemesine rağmen geldiği yüxexes parti akşamı, Love Garden, Sultan gibi mekanlarda yanımda olduğun için yine teşekkür edilesice "o". Fakat sona da yaklaşıyorduk bir yandan. Sadece mezuniyet değil, belki de her şeyin...
Hiç istemesem de sene sonu geldi. Mezuniyet balosu zamanıydı. "o"nun eşi olarak gittim baloya. İkimiz yan yana olacaktık da içmeden duracaktık, şaka gibi. Otele gitmeden önce Jalopy'ye gittik. Umarım doğru yazmışımdır. Tabii rock cafeye takım elbiseli fakat sırtıda gitar olan bir adamla yanında, mini elbisesi, kıvırcık saçları, topuklu ayakkabılarıyla bir kız girince insanlar tarafından garipseniyorsunuz. Takmış mıydık, hayır. Balodan çok bizim gecemizdi o. Hayatımızın belki en güzel gecelerinden biriydi. Sahnede şarkılar söyledik, yedik-içtik, eğlendik. Aslında herkes içten içe hüzünlüydü, bir daha marmara günlerine dönülemeyecekti. Hatta bizim için belki de eskiye hiç dönülemeyecekti. Balodan sonra kendimizi sahile kumların üstüne attık. Ortada bir ateşimiz eksikti. O fotoğraflardaki gibi gülmeyi çok isterim şimdi, beraberce. Fazla kalamadım ama ben, babam almaya geldi o sırada "o"nla tanıştı. Sonraki maceramız sınavlardan önce Ankara gezisi olacaktı.
Bize eziyet gelen her unsura karşı eğlenmeyi becerebilmiştik. Babamın istek şarkılarının bitmemesi, gitar çalan "o"nu kemançe çalan beni bitirmeye yetmişti. "o"ndan ilk defa "Dil Yarası" gibi bir arabesk parça dinlemiştim. Anıtkabir ziyaretimizde donumuza kadar yağmurdan ıslanmamız bile bizi yıldırmamıştı. Gençlik Parkı'nda adrenalin yükseltme çalışmalarımız uykumuzu az da olsa kaçırmıştı. Her şeye rağmen mutluyduk...
Fakat tüm bunların içinde öyle bir ayrıntı gizliydi ki anlam veremediğim, kalbimi, beynimi, hücrelerimi tek tek kurcalıyordu. Aslında ikimizinde birbirimize "böyle olmamalı" diyebileceği cinsten bir şey...

İlk tanıştığımızda beni çok sıkardı itiraf edeyim. İçine kapanık, ciddi, konuşmayı sevmeyen bir hali vardı. Muhabbetimiz tamamen müzikle başlamıştı. Ortaya tonla grup ismi atıp, saatlerce tartışıyorduk. Uçurum niteliğinde görüş ayrılıklarımız olurdu, ama bir konuda hemfikirsek "dibine kadar" diyebiliyorduk. Kız-erkek ayrımı yapmaksızın her ortama, her muhabbete dalıyorduk. Bazen aşırı saçmalıyor, bazen de yetişkinlere taş çıkartıyorduk. En iyi anlarımızdan çok en kötü anımızda birbirimizin yanında oluyorduk. Biz bizi böyle seviyorduk, ölene kadar dostuz meselesine örnek oluyorduk.
Son günleri yazmıyorum. Peki kim oturup da bu yazıyı sonuna kadar okur bilmiyorum ama buna bir yazı gözüyle bakmamanızı rica ediyorum. Bütün marmara tayfasının "Ceren yine döktürmüş" demesini duymak için de yazmadım. Kafamı daha da toparlayıp yazmak isterdim ama kalbimle yazmamın daha doğru olduğuna inanmaktayım. Böyle bir şeydi bizim arkadaşlığımız tabii yazdığım kadarını biliyorsunuz. Tek derdim " Ben arkadaşımı geri istiyorum!" dur.

A.C.D

Burası senin için;
Neyin diyetini ödüyoruz, kimin ahını aldık biz? Birilerini mi ayırdık, kendi arkadaşlığımız dışında kimin sevgisini katlettik biz?

Bize ne oldu da, bir can arkadaşımızı yitirdik ayrı ayrı...