Biz birbirimizi hissetmeden yapamayız. İyice anladım... Biz hep yanyana olmalıyız bence, asla ayrılmamalıyız. Kısa süreli ayrılıklarda bile kendimi çöl tarlasında kalmış gibi hissettim. "Beklentisiz sevebilir misin?" diyorsun... Evet, beklentisiz sevebilirim. Neden olmasın?
Sevebilir miyim acaba? Dur şimdi atmayayım. Yaşamadan anlaşılmaz böyle şeyler. Ama duygu var içimde. Kendimde yetenek görüyor gibiyim. Kuşkuluyum gerçi ama geliştirebilirim. İyice seversem yani, tam bir aşka düşersem.
Hani film seyrederken olur ya, esas kızın sıra dışı bir şey yapması gerekir ama o yapmaz. Sen fitil olursun, ben olsam yapardım dersin. Başa gelince yapılmıyor bazen. Uzaktan yargılamak kolay tabii. Seni düşünerek bir şeyler karaladım.
Sen duygularımı paylaştıkça rahat edemediğimsin. Bende yaşayan ve içinde yaşadığımsın. Şiirler yazdığım, masallar kurduğumsun. Dışa özgür, sana mahkum sevdiğimsin...
A.C.D.
.....................................................................................
Bu yazıyı garip hislerle biraz da hızlı hızlı yazmıştım bugün. Evet bugün! Hızlı hızlı sanki bir yere yetişecekmiş gibi. O zaman saat biri bir şeyler geçiyordu. Şimdi 23:53. O zaman umutluydum, şimdi epey sorunluyum.
Güne farklı uyanıyor insan. Yolda giderken baktığın her ayrıntıya, dönüşte kusmak istemek ne demek bilemez kimse. Ya da bu gün kaç dereceyse işte, o lanet güneşin alnında bıraktığı tuz zerreciklerini. Bilmezler. Huzur bulmaya gittiğin deniz kenarında; falcıların lanetini, televizyoncuların röportaj yapma isteğini, dedim ya bilmezler. Ha bir de mutlaka bir yabancı oturur bankına, sormadan. Sonra senin halini görür, iyi niyetliyse sorar ne oldu diye. Sen nedense yine güvenirsin. Bu sefer tanıdığını sandığın birine değil, hiç tanımadığın birine. Ne o senin adını bilir, ne sen onun. Anlatırsın... Oda anlatır sana. Ama sonra hak verir, senin yükün bezdirir der insanı. Biliyorsundur aslında ona anlatmanın işe yaramayacağını, sadece anlatmış olacağını. Ama yinede anlatırsın. Ne değişir? Hiç bir şey, diyeceğim sanmayın. Çok şey değişir. Oniki saatte çok değişir.
Yazı yazmaya kalkışırsın sonra. "Sık hüznümün boğazını, nefessiz kalsın." diye bir cümle çıkar. Kendi yazısında kendiyle konuşan bir yazar, komik! Yazılmamış her söz ölüm oluyor sonunda. Yazılan her söz de bir şeyleri öldürüyor aslında. Devamı yok, bitti...